Cami Müze Kilise Arasında Kalan Miras: Ayasofya ve Tarihi
İstanbul’un en güzel yerinde bulunan dünyanın en önemli miraslarından biri olan Ayasofya, zamanla beraber değişmeye devam ediyor. 1600 yıllık tarihi bulunan mabet, coğrafyamızın en önemli anıtlarından biri. Hem müslümanlar hem de ortadokslar için büyük anlamı olan yapı inanılmaz sanat eserlerini de içerisinde barındırıyor. Bizans İmparatorluğu’nun 1000 yıldan fazla sembolü olan Ayasofya, İstanbul’un Fethi ile beraber farklılıklara dair hoşgörünün de sembolü olmuştur. Ayasofya’nın tekrar cami olarak açılması ise hem ülkemizde hem dünyada büyük ses getirmiştir. Bu yazımızda kilise, müze ve cami arasında kalan bu dünya mirasının tarihini inceleyelim.
Birinci Ayasofya
Ayasofya tarih içerisinde toplamda 3 defa inşa edildi. Günümüze gelen eser ise III. Ayasofya olarak adlandırılmaktadır. İlk Ayasofya’nın temelleri bundan 1600 yıl önce atıldı. I. Konstantin 330 yılında Konstantinapolis’te ikinci bir Roma Devleti kurdu. Devletin resmi dini Hristiyanlık olmasa da İmparatorluk tarafından desteklenen bir dindi. Bunun üzerine bu yeni İmparatorluğun sembolü olacak bir mabet inşa ettirmek istedi. 337 yılında inşası başlayan Birinci Ayasofya 361 yılında tamamlandı. Ancak bu dönem Roma içerisinde dini ve kültürel çatışmalar fazlasıyla yoğundu. Çok tanrılı dinler ve Hristiyanlık iç içe yaşıyordu. Bu çatışmalar sonucu çıkan isyan ile 404 yılında I. Ayasofya yerle bir edildi ve günümüze herhangi bir kalıntısı ulaşmadı.
İkinci Ayasofya
Birinci Ayasofya’nın isyanlara dayanamamasının ardından İmparator II. Theodosius mabedin bugünkü yerine bir kilise inşa edilmesi emrini verdi. 415 yılında kendi yönetimi altında da II. Ayasofya’nın açılışını yaptı. Ancak 532 yılında yaşanan ve on binlerce insanın katıldığı Nika ayaklanması sonucu bütün şehirle beraber Ayasofya’da zarar gördü. Bazı kalıntıları günümüze ulaşsa da II. Ayasofya bu ayaklanmaya dayanamayarak yıkılmıştır.
Üçüncü Ayasofya; Ey Süleyman! Seni Yendim
İmparator I. Justinianus eski mabedin yerine bambaşka bir kilise inşa ettirmek istemiştir. Önüne gelen bir çok planı reddeden imparator, Miletli İsodros‘un hazırladığı planı çok sever ve inşaat başlar. 6. Yüzyıl’da bu ölçekte bir bina inşaası için malzemeleri üretmek çok uzun zaman alacağından dolayı İmparatorluğun çeşitli yerlerinden yontulmuş hazır malzemeler kullanılmıştır. Efes’te bulunan Artemis tapınağı, Mısır’da bulunan Heliopolis ve Lübnan’daki Baalbek Tapınağı gibi bir çok tapınaktan yontma taş getirilmiştir. Ancak dönemin şartlarında bu malzemelerin nasıl getirildiği hala aydınlanmamış bir sırdır. 10.000‘den fazla kişinin çalıştığı inşaat sonucunda ise Ayasofya Osmanlı öncesi halini almıştır. Devasa bir kubbesi bulunan eser dönemin ve günümüzün en önemli yapılarından biridir. 5 yıl içerisinde tamamlanan Ayasofya’yı, İmparator I. Justinianus ve dönemin patriği Eutychius açmıştır. O zamana kadar dünyanın en büyük yapısı kabul edilen Süleyman Tapınağı’ndan daha büyük bir yapıdır. Bundan dolayı İmparator açılışta yaptığı konuşmada “Ey Süleyman! Seni Yendim” demiştir.
Zamana ve Doğaya Meydan Okumak
Ayasofya son inşasından sonra içerisine yapılan mozaikler ve süslemelerin zekice tasarlanmış aydınlatması ile her geleni kendine hayran bırakıyordu. Bizans’ın taç giyme törenlerinden, bir çok önemli imparatorluk seramonilerine ev sahipliği de yapıyordu. Ancak bir deprem şehri olan İstanbul’da bulunan bu mabet bir çok kez depremler tarafından yara aldı hatta belli kısımları çöktü. 989 yılından gerçekleşen depremden sonra Agine ve Ani kiliselerini inşa eden Ermeni mimar Trdat, 6 yıl boyunca Ayasofya’yı onardı. Dördüncü Haçlı Seferleri esnasında ise İstanbul’un ele geçirilmesi ile şehirde ve Ayasofya’da bulunan kutsal ve değerli emanetler yağmalanarak Avrupa’ya götürüldü. Latin istilası döneminde Vatikan’a bağlı bir katolik kilisesi haline gelen Ayasofya, tekrar Bizanslıların eline geçene kadar da böyle kaldı.
İstanbul’un Fethi ve Ayasofya Cami
Osmanlu Padişahı Fatih Sultan Mehmed‘in İstanbul’u feth etmesiyle beraber Ayasofya’nın kaderi de müslümanlara geçmiş oldu. İstanbul’da bulunan en büyük ve en önemli ibadethane olan Ayasofya, kaynaklara göre fetih döneminde kötü bir durumdaydı. Fatih, hemen Ayasofya’nın ayağa kaldırılmasını ve camiye döndürülmesi emrini verdi. Hızlı bir şekilde minare inşa edildikten sonra Ayasofya Cami’nden ezanlar okunmaya başlandı. Ancak Fatih Ayasofya’nın ismini değiştirmeyerek, Roma geleneğini devam ettirdi. Bunun sebebi ise sadece müslümanların padişahı değil Roma gibi bütün tebanın padişahı olduğunu göstermek istemesiydi. Osmanlı’nın elinde Ayasofya’da belli değişiklikler yapıldı. II. Selim Döneminde bu yapı Mimar Sinan tarafından depreme dayanıklı hale getirildi ve iki de minare inşa edildi. Minber, hünkar mahfili, vaaz kürsüsü ve müezzin mahfili de bu dönemlerde eklendi. I. Mahmud döneminde ise kütüphane, medrese ve imarethanenin eklenmesiyle Ayasofya bir külliyeye dönüştü. Ayasofya, Osmanlı döneminde en önemli restorasyonu ise Abdülmecit döneminde geçirdi. 2 yıl süren çalışmanın ardından günümüz haline benzer bir halde tekrar halka açıldı.
Ayasofya Müzesi
1930 – 1935 yılları arasında Ayasofya restorasyon çalışmaları için tekrar kapatılmıştır. Güçlendirme çalışmalarının yanı sıra mozaikler ortaya çıkarılmıştır. Bunun ardından 1934 yılında her kültürden bir şeyler barındıran Ayasofya, müze olarak hizmet vermeye başlamıştır. Mabedin içerisinde ve dışarısında yapılan çalışmalar ile birlikte hem II. Ayasofya’dan kalıntılar bulunmuş hem de sıva ile kapanan insan figürlü mozaikler gün yüzüne çıkmıştır. Bu muhteşem eser böylece 1600 yıllık hayatında bin yıldan fazla kilise, 480 yıldan fazla cami olarak kaldıktan sonra herkesin kutsalı olarak müze halini almıştır.
Cami Müze Kilise Arasında Kalan Miras
İlk olarak 2005 yılında başlayan ve Ayasofya’nın tekrar cami olmasını isteyen dava yargıtaya taşındıktan sonra Danıştay 10. dairesi tarafından reddedildi. 2016 yılında müzenin müslüman ibadetine açık kısmına imam Diyanet tarafından imam atandı. Böylece Ayasofya’da ezanlar okunmaya ve vakit namazlar kılınmaya başlandı. Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin “Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali” istemiyle Danıştay’da dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirildi. Danıştay 10. dairesi ise 24 Kasım 1934 tarihli bakanlar kurulu kararını “Ayasofya’nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını” belirterek ipral etti. Bunun ardından 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Ayasofya, Diyanet işlerine devredilerek cami statüsüne geri dönmüş oldu. 24 Temmuz 2020 Cuma günü Cumhurbaşkanı ve yaklaşık 350 bin kişinin katılımı ile Ayasofya’da 86 yıl sonra ilk namaz kılınmış oldu.
Camiye geçiş esnasında içeride bulunan mozaiklere ve figürlere zarar verilmeyecek sistemlerin oluşturlacağı söylendi. Dünya genelinde müslümanların sevinçle karşıladığı haber, Hristiyan dünyasında ise tepkilere neden oldu. Bu değişim 1600 yıldır ayakta ve sürekli değişen bu mabedin son halini almasını sağladı. Müze halindeyken girişin ücretli olduğu Ayasofya, yine herkese açık ancak girişi ücretsiz oldu.
Ayasofya, dünyanın en eski katedralidir ve inşasının tamamlanmasının ardından 1000 yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali ünvanını taşımıştır. Dünyanın 15 yüzyıl boyunca hizmet veren yani en eski ibadethanelerinden biridir.
Zamana, depremlere ve doğaya meydan okuyarak bizlere gelen Ayasofya, dünyanın en büyüleyici eserlerinden biridir. Bu mirası yaşatıp koruma görevi ise bundan sonrasında bizlere aittir.