Kendini Anlama Arzusu: Astrolojinin Ortaya Çıkışı Bölüm 1
Dünya’nın neresinde yaşarsak yaşayalım bugün doğayla kurduğumuz ilişki, ilk insanların ilişkisinden çok farklı. İnsan kendini yaratılan diğer canlılardan bağımsız, dünyadan kopuk, doğayı yalnızca hükmedecek şeyler listesindeki maddelerden biri olarak görmekte. Evrendeki her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu düşüncesi, din tarihini inceleyen kişilerin ulaştığı satır arası bir bilgi olarak kenarda duruyor. Ancak yıllar, bin yıllar öncesinde bu böyle değildi. İşte tam burada Astrolojinin Ortaya Çıkışı konusunu irdeleyeceğiz ve inceleyeceğiz.
İnsan, Doğa, Tanrı
İnsan için tanrı, doğa ve doğanın bir parçası olarak kendileri birbirinden ayırması akla gelmeyecek şeylerdi. Günümüzde her yılbaşında heyecanlanan kesimin yanı sıra “Dünya Güneş’in çevresinde bir tur daha attı işte, bunda büyütecek ne var?” diyenlerin de olduğunu bilseler, bu duruma güler ve o insanları yadırgarlardı. Çünkü onlar için doğal olan her şey tanrıyla doğrudan ilişkili olduğu için, doğal olan her şey doğrudan kutsaldı. Bitkiler, hayvanlar, toprak, mevsimler, hatta elementler kutsal birer takdir ve merak objesiydi. Yalnızca henüz gizemi çözülmeyen birçok şey olduğu için değil, –ki bugün de muhtemelen 1000 yıl sonrasına kıyasla çok az şey biliyoruz– tam aksine, her objeyi inceleme ihtiyacı duymadan çok önce, her şeyin daha büyük bir yaratının parçası olduğunun bilincindelerdi. Onlara göre yaratılmış her taş, her dal parçası, her kum tanesi, her hayvan özünde aynı “sihirli kumaş”ın bir parçasıydı ve bu bakımdan, aynı malzemedendi. Binlerce sene sonra keşfettiğimiz “atom” ise bunu sadece doğruladı. Aradaki fark, insanların etrafa artık merak ve kutsal bir takdirle değil, sadece merakla bakmaya başlamış olmasıydı. Astrolojinin ortaya çıkışı arkasındaki sır da tam olarak burada yatıyor.
Astro-biyoloji: Medeniyete Doğru Bir Adım
İnsanların kendilerini evrenle bir görme düşüncesinin doğal bir sonucu da yıldızları incelemeye başlamalarıydı. Önce yıldızların hareketleri ve bitkilerin büyümesi arasında bir bağ keşfettiler. Bu onlar için şaşırtıcı bir durum değil, yeni bir doğa kanununun fark edilmesiydi ve böylece ortaya astrobiyoloji çıkmış oldu. Bu açıdan baktığımızda astrobiyolojiye, astrolojinin kökeni diyebiliriz. Tarım uygulamalarının gökcisimlerinin hareketlerine göre düzenlenmeye başlaması, tarımla uğraşmayı yalnızca kol gücü olmaktan çıkarıp daha sofistike bir iş haline getirdi. Bu gelişmeyi sadece çiftçilerin hayatının kolaylaşması sanabiliriz, ancak bu gelişme toplumun geneline etki etti. Asya’dan çıkan bu pratik aslında toplumun aşama atlamasına ve medeniyetin palazlanmasına ön ayak oldu. Pozitif bilimlerin önem kazanması nasıl 18. Yüzyılda Aydınlanma Çağı’nı ve endüstriyelleşmeyi getirdiyse, astrolojinin topluma girmesi de bu dönemde toplumun seviye atlamasını sağladı. Matematiksel hesaplama sistemlerini kullanarak hayatın işleyişini anlamak, dönem insanının hem evreni anlama isteğini tatmin ediyor, hem de hayat kalitelerini artırıyordu. Kendilerini daha iyi anlamaya başlamaları ile birlikte; din, sosyal felsefe, ahlak ve metafizik gibi kavramlar toplumun bilincinde yükselişe geçti. İşte bu düşünce sistemi, doğurduğu şeyler de göz önünde bulundurulduğunda, medeni bir yaşayışa atılan esas adımdı.
Kaldea Gözlemcileri
M.Ö. 9. yy – 6. yy arasında, Mezopotamya’nın bataklıklarında yaşayan Kaldealılar gökyüzünün yeryüzüne etkisini ilk fark eden insanlardı. Bu insanlar, Babil’in temelini atan insanlardı. Merakları, gökteki bazı “yıldızların” sabit kalıp bazılarının ise hareket ettiğini fark ettiklerinde harekete geçti. Daha sonra hareket eden bu cisimlerin, belli bir ritimde bir döngüyü izlediklerini keşfettiler. Tarımla uğraştıklarından, dünyadaki ritim ve döngülere yabancı değillerdi. Gerekli matematiksel sistemi kurup öncelikle kendi mahsulleri, sonrasında insan hayatındaki diğer olaylar arasındaki ilişkiyi hesapladılar. Sonuçta onlar için de her şey birdi, tanrı inancı “birlik inancı” na dayalıydı. Hepsi kozmik bir düzene tabiydi. Bilinen en eski dil olan Sümer dilinin kaynaklarına baktığımızda, bizzat Tanrı bir yıldız olarak ifade ediliyordu. Bu imge insanların aklında uzun süre kalmış olacak ki, binlerce yıl sonra İngilizce’de kullandığımız tanrı kelimesinin kökeni, Sanskritçe “ışık saçmak” ve “parlamak” anlamlarına gelen “div” sözcüğüne dayanıyor.
İnancın Yayılışı
Babil’deki mimari ibadethane harikası zigguratlar da işte bu sebepten göğe (Tanrı’ya) uzanıyor. Dört ana yönü işaret eden dört köşeli tabanının üstünde yükseldikçe yükselen katlar, tepesinde “din insanı” dedikleri astrologların daha net gözlem yapabilmesine yardımcı oluyor. Bu kişilerin hesaplamaları sonucu ülkenin geleceğine dair tahminler, tarımı düzenleyen takvimler ve dini bayramlar belirleniyor. Bu “din insanı” nın oturup göğü izlemesi, 2021’deki sıradan bir insana ilginç ve ilkel gelse de, o zamana kadar süregelmiş bir çok inançtan daha kompleks. Animizm (hayvanlara tapma) ve başka garip fetişist tapma şekillerindense, Tanrı’yı gökte görmek ve hayatına entegre etmek çok daha sofistike bir ibadet biçimi. İşte bu sistem zamanla yalnızca Mezopotamya’da kalmayıp İran, Hindistan, Çin, Arabistan, Mısır ve Yunanistan’a yayılıyor.
Birinci Bölüm Sonu
Kaynak
- “The Value of Astrology” Andre Barbault
- MET Museum
- Astro.com